Malatya Haber, Gazete ve Firma Rehberi
Malatya ile ilgili internette aradığınız tüm soruların cevabını bulabileceğiniz internet sitesi.
45 Bin kişi burada. Sen de bize katılNadir Günata

NADİR
GÜNATA (MALATYA TÜRK OCAKLARI BAŞKANI)
Doğum:
1955/Malatya Yeşilyurt
Okul:
Barguzu İlkokulu, Yeşilyurt Ortaokulu, Malatya Lisesi, Balıkesir Necati Bey
Eğitim Enstitüsü Fizik-Kimya-Biyoloji
Meslek:
Öğretmen-Emlakçı
Bulunduğu Görevler: Ülkü Ocakları Yönetimi (1975-1980), Öğrenci Derneği Başkanı (80 yılı öncesi), Türk Ocakları Başkanı (1989-...)
Çocukluk
hayatı;
Malatya Yeşilyurt bölgesi bostan başı köyünde doğdum
1955 yılı o zaman köydü. Hala o bölgede oturmaktayım.
Biz dokuz kişilik büyük bir aileyiz. Babamın o
dönemlerde tarlası, bahçesi olsa da geliri pek fazla olmayan( Bağköy) bölgesinde
çocukluk hayatım geçti. Biz yedi kardeştik ve o dönemlerde 7 tane insanı
okutmak kolay değildi. Babamız bizleri okutmak için elinden gelen tüm imkânları
bize sunmuştu. Ortaokul yıllarında okula giderken şapka takardık. O şapkayı
kardeşler olarak hepimiz sırayla kullanırdık. Ev ile okul arasında
kullanabileceğimiz bir ulaşım aracı yoktu,12-13 yaşlarımızda Bostanbaşı’ndan
yani (Bargazu’dan) Yeşilyurt’a Tepecik dediğimiz mevkie kadar yürüyerek
giderdik. Öğle yemeklerini doğru dürüst yiyebileceğimiz bir ortam da yoktu.
Bazen 2 gün aç kalıp para biriktirirdik ve o biriktirdiğimiz parayla arkadaşlarla
birlikte lahmacun yerdik. Lahmacun bizim için çok önemli bir yemekti. Lise
yıllarında da Bargazu’dan şimdi ki Malatya Lisesi’ne biz çoğu zaman hep yayan
giderdik çünkü o güzergâhta tek dolmuş vardı. Köyden binen insanlar olurdu bize
yer kalmazdı. Bizde arkadaşlarla güle oynaya Turan Emeksiz Lisesi’ne giderdik.
Biz çok kalabalık sınıflarda okuduk. Sınıflarda 60-70 kişi vardı. O sınıflarda
o şartlarda okumamıza rağmen bilim sınıfımızda bir sürü doktor, mühendis,
avukat ve askeri okulu kazanmış arkadaşlarımız vardı. En az 45-50 tanesi yüksek
fakülte mezunu oldu. Şimdi ki teknolojik araçlar ve imkân yoktu bizim dersten
başka çalışacak bir durumumuzda yoktu. Babamıza bahçelerde yardım ederdik. Biz
bugün ki çocuklardan daha samimi bir ortamda büyüdük. Hepimiz bir odada kalırdık.
Evimizde iki bölüme ayrılmış tek bir oda vardı. Babamız anamız bir bölmede biz
kardeşler olarak diğer bölmede yatardık. Odanın içinde ocak mutfak vardı,
tuvalet ve banyo hep dışardaydı. İmkânlar olarak zor dönemdi ama herkes aynı durumdaydı
ve biz bu durumdan dolayı hiç gocunmadık. Hayatımız hep olumlu geçti. Köyümüzde
alevi vatandaşlarımız vardı. Lise sona kadar hiç bilmezdik mezhep ayrılıklarını.
Bayramlarda seyranlarda hep birlikte olurduk. 1976 yılına kadar köyümüzün üçte
biri alevi vatandaşlar olmasına rağmen bizim aramızda ayrım olmazdı.
Meslek Hayatı
Öğretmen kökenli birisiyim. Ancak 1980 ihtilalinde öğrenci derneği başkanı olmam münasebetiyle ve ihtilal zamanında MHP ve ülkücü kuruluşlar davasından önce Balıkesir Cezaevi’ne sonra Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne götürüldüm. 23 ay orada ceza evinde yattıktan sonra tahliye edildim ancak o süreç içinde devam eden mahkemelerimizden dolayı, benim yurt dışına çıkmam yasaklandı ve öğretmenlik mesleğim elimden alındı. Dolayısıyla serbest meslek yapmak zorunda kaldım. Orta halli bir ailem vardı. Mecburi olarak emlak komisyonculuğu işine girdim. Daha sonra eski milletvekilimiz Miraç Akdoğan ile mefruşat üzerine bir mağaza açtık. Daha sonra bir kooperatif kurmuştuk. Beylerderesi’nde 21 tane kooperatif inşaatı yaptık. 1989’da Malatyaspor As Başkanlığı yaptım. Dernekçilik ve cemiyetçilik hayatım farklı alanlarda gelişti. İlerleyen süreçte Dini Hizmetler Derneği’ni kurduk. Orada başkan yardımcılığı görevi yaptım. Yönetimde rahmetli Malatya Borsa Başkanı Ramazan ağabeyim vardı. İmamlarla çalışmalarımız oluyordu, bizim amacımız şuydu; Din adamalarını politize etmemek. İmamlarla yaptığımız toplantıda hep bunu dile getirdik. Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’de ne söylüyor ise onu halka anlatan bir dernektik. 1975-1980 yılları arasında eğitim enstitüsünde Ülkü Ocakları’nda görev yaptım. 80 yılı öncesinde öğrenci derneği başkanıydım. Ceza evinden 1984’de çıktıktan sonra Malatya Türk Ocaklarını kurduk.1989 yılında Türk Ocakları başkanı oldum. 30 yılı aşkın süredir görevimi şanla ve şerefle yapmaktayım.
Malatyaspor As Başkanlık Yılları
O dönemde çok başarılı bir grafik çizdim. Malatyaspor başkanı ayrılınca belli bir müddet başkanlığa ben devam ettim. Hiç mağlubiyet almadık. O dönemde Oğuz Köksal Malatya Valisi’ydi. Allah razı olsun devletimizi arkamıza aldık esnafımız, tüccarımız, sanayicimiz, iş adamlarımız kulübe destek verdi. O zaman ikili sistem vardı. Malatyaspor- Mersin İdman Yurdu ki o zaman Mersin liderliği oynayan bir takımdı. Maç İnönü Stadyumu’nda oynandı ve tarihin en kalabalık taraftarını topladık. 2. Ligde mücadele etmemize rağmen farklı çalışmalarımız vardı. Lise yıllarımda, yeğenimle maça gitmiştik ve benim param yeğenimi maça sokacak kadar yoktu. Ben maça girdim ama şöyle bir döndüm baktım ki yeğenim arkasına baka baka gidiyor. Onun üzerine Allah nasip etti. Malatyaspor’a başkan olur olmaz daha ikinci haftasında çocuk bileti uygulaması başlattım. Adam çocuğu ile geldiğinde yaş uygulamasını kaldırdım ve maç 10 TL ise çocuklara 2,5 TL’ydi. Böyle olunca bu çocuklar stada babalarının yanına rahatlıkla girebildiler. O zaman farklı bir şey daha yaptık. Eskişehirspor yapıyor diye duymuştum. Halk eğitim salonunda psikoloji bölümünden hocalarımızla 150 kişilik Malatyaspor hayranı gençliğe ders verdirdik. Stadyumda polisin dışında, pazu bantlarını takıp kötü sözleri ve yanlış sloganların atılmaması için herkes birbirini uyaracaktı. Çok hareketli bir dönem oldu. Karadeniz’den bazı spor takımlarının yetkilileri geldiler. Malatyaspor 2. Ligde fakat stadyum tıklım tıklım dolu. 21 bin insan stadyumunun için de Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, Vali Oğuzkağan Köksal, bir 20.000 kişide dışarda her taraf insan dolu, hayatımızın en mutlu günlerini yaşadık. Ben protokolda hiç oturmazdım. Halkın içerisine giderdim. Devrenin bir yarısında kapalı, bir yarısında açık tribünde otururdum. Şehir dışında ki maçlarda da 5 dakika protokolde oturur hemen taraftarımızın yanına geçerdim. Dolayısıyla en büyük hedefim olan halkla bütünleşmeyi sağlamış oldum.
Üniversite Yılları ve Siyasi Hayatı;
Balıkesir Necati Bey Enstitüsü’nü kazandığım zaman
okula gittiğim de zaten okul öğrencileri ikiye ayrılmıştı. Solcular ve
ülkücüler olarak. Anadolu’dan gelen insanları, bu taraflar kapmak istiyordu.
Eğer ailede muhafazakâr bir anlayış var ise bu tür insanlar ülkücü safta yer
alıyor. Bunun dışında kalan öğrenciler ise sol kesimde yer alıyordu. Anadolu’dan
gelen insanların başka türlü düşüncesi olamazdı. O yıllarda hepimizin hayatı
pamuk ipliğine bağlıydı. Sabahları okula gittiğimiz zaman beraber kaldığımız ev
arkadaşlarımızla hep helalleşerek evden çıkardık. Çünkü akşam eve dönüp dönmeyeceğimiz
garanti değildi. Hele ki uç noktada görev yapan bizim gibi insanların hayatta
kalmaları çok zor bir olaydı.
Biz 1975 yılında eğitim enstitüsüne girdiğimizde
olayların en sert olduğu zamanlardı. O gün hayatta kalmak tamamen Allah’ın
takdirine kalmıştı. Hangi köşede vurulacağımızın belli olmadığı zor yıllardı. Gözümün
altında, burnumum üzerinde hep bir çizgi yaramız olurdu. Hatta bir kavgada boğazımın
altında bir bıçak yarası vardı. Ben
kavgayı seven bir insan değilim, çakı bile taşıyan bir insan olmadım. Ama o ülkücü
kimlik karşı tarafa nasıl lanse edilmiş ise seni düşman olarak görüyorlar.
Bizim temel prensibimiz insanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir diyor
peygamber efendimiz. O yıllarda bizim de tek amacımız buydu.
Anı: “Üniversite yıllarında
unutamadığım bir anım vardı. Bir arkadaşımıza kan lazım ve o kan bir türlü
yurtta ki arkadaşlarımızdan edinilemiyordu. Sonradan yorgun argın gittiğimizde
bir de benim kanıma bakın dedim ama kan grubumu bilmiyordum. Kanımızı verdik. O
hastanenin başhemşiresi beni aradı bende gittim bana kan verdiğim için 900
kuruş para verdiler. Aldığım paranın üzerine100 kuruşta ben koydum o para ile
cezaevi arkadaşlarımıza yardım ettik.”
Anı: “Ben iki sene devlet kredisi almadım. Bana sonra bugünün parasıyla 36.000 TL geldi. O paranın tek bir kuşunu bile yemeden birçok mahallede Ülkü Ocakları’nın kütüphanesini yaptırdık ve kitapla doldurduk. Hatta Sakarya Mahallesi’nin kütüphanesini ve açılını yaptık. Bir akşamüstü dönemin ocak başkanı Sıtkı Şeremetli ile kütüphaneleri kontrol etmeye çıkmıştık. Karşımıza aniden silahlı bir grup çıktı. Silahla bizi taradılar ama ben yolun tam ortasındayım. O an vurulduğumu ve öldüğümü zannettim ama yara bile almadan o olaydan kurtulmuştum.”
Rahmetli
Muhsin Yazıcıoğlu beni aradı;
Anı: Öğrenci Derneği başkanı
olduğum yıllarda Cahit Aca okul müdürümüzdü. Beni rahmetli Muhsin başkan(Muhsin
Yazıcıoğlu) aradı. Tabi o yıllarda cep telefonu yok, ben de kendisine geri
dönmek için Malatya Postanesi’ne gittim ve aradım. Kendisi bana dedi ki “Balıkesir’e
git öğrenci derneği başkanı ol.” dedi. Baş üstüne başkanım dedim ve Balıkesir’e
gittim. Ve abi kardeş muhabbeti kurdum. Okulda bir anons yaptırdım ve bütün arkadaşlarımızın
ders çıkışında konferans salonunda toplanmasını istedim. İki bine yakın arkadaşımız
vardı. Ben konferansta “Benim başkanlık dönemimde ayrım yapılmayacaktır. Ama
bundan rahatsız olan sol militan ve ayrımcılık yapacak olan varsa burayı terk
etsin.” dedim ve bir iki çocuk çıktı gitti. Enstitüde ezan okundu. Müftülüğe
gittim ve müftü “ırkçıların hakim olduğu bir yerde nasıl namaz kılacaksınız.
Orada namaz kılarken başınıza bir iş getirmesinler” dedi. Ben de ırkçı dediğin
inşaların başında ben varım ben ülkücüyüm deyince adam dondu nasıl olur dedi. dedim
ki “Hocam bize hasır verin kilim verin çok büyük mescit yapacağız bayan ve
erkek arkadaşlarımız ayrı ayrı namazlarını kılabilecek”. Belki Türkiye’nin en
büyük mescitlerinden birisi ordadır. Ve ilk konferansı o müftüye verdirdim. Müftü
vaaz verirken özür diledi “biz ülkücüler hakkında yanlış düşünmüşüz, ben bugüne
kadar bunları tanımamışım zannettik ki bunlar ırkçı ırkçılarda namaz kılmaz ama
gördüm ki eğitim enstitüsünde öğrenci başkanı ve öğrenciler namazında niyazında
insanlar.” dedi. Okul başkanlığı yaptığım yıllarda hiç ayrımcılık yapmadan,
vatanın bölünmezliğini, Türk-İslam ülküsünü ve kardeşliğimizi ön planda tutarak
cuntacılara karşı hep dik durdum.
Aile
hayatı:
Bizim
çocuklarımızın hepsi bozkurt işaretiyle doğar.
Benim ikisi kız, üçü erkek toplam beş çocuğum var.
Çocuklarım
Rabia Sena, İzzet Saltuk, Oğuz, Şehriban Üçhilal, Miraç Kağan, Bizim çocuklarımızın hepsi bozkurt işaretiyle
doğar. Sevgili eşim ile 1983 yılında evlendim. Kalabalık ve birbirine bağlı bir
aile yapımız var. Bu sene annemin vefatının sekizinci, babamın otuz altıncı
yılı olacak. Rahmetli annem 13 yıl benimle yaşadı. Anamız vefat edince aile
dağılır düşüncesiyle her yıl sülaleyi bir araya toplarız. Kurban bayramının 4.
Günü bahçemizde yemek veririz. Sülalemizin bütün fertleri gelir. Orda mevlit
okuruz ve sohbet ederiz.
Zekât müessesini aileden başlatalım dedik ve yıllardır
uygularız. Bizim sülalede soyadımızı taşıyan ya da taşımayan hiçbir kişi mağdur
değildir.
İki tane torunum var. İsimleri yiğit ve Buğrahan.
Hapishane
yılları:
Ülkü gençliğin önemli bir kısmını askeri birlikler
Kızpınarı denen yere aldılar. Birkaç gün sonra çoğunu çıkartılar. Ama ocakta ki
ana şahıslar kaldı. O zaman MHP’nin il başkanı olan Kadir Erarslan abimiz vardı,
bize dedi ki “belli oldu hedef bizmişiz biz ona göre tedbir alalım.”
Cezaevinde olan arkadaşlarımızı yönetmek meselesi
vardı. Psikolojik ve ekonomik yönetme. Kura çektik ve cezaevinde başkan olarak
ben çıktım. Orada da aradan birkaç gün geçti bazı arkadaşlarımızı işkenceye
almaya başladılar. Sıra bize geldiğinde ben çok uzun süre işkencede kaldım.
Benim ayağımın 10 tırnağı demirlerle vurularak döküldü. Ben yürüyemez haldeydim
aşık kemiğine kadar ayağım hep morarmıştı. Kan revan içinde işkence yaptılar. Bizi
bodrum katına indirirlerdi. Orada büyük bir tuz kabı vardı. Biz ayaklarımız
şişmesin diye tuza basardık, bağıra bağıra ayaklarımı o tuzun içinde kalırdı.
Anadan üryan şekilde Emniyet Müdürlüğü’nün bankına yatırıp karın bölgesi, ayaktan
ve kafa bölgesinden bağlayıp kulaklarımızın uçlarından elektrik verirlerdi.
Aydın Demirkol ve Mehmet Kazan kardeşimiz bu işkencelere dayanamayıp öldüler. İşkence
yaparken işkence yapan kişiler bizlere gülüyordu. Siyah bantla gözlerimiz
kapalı bir şekilde aklınıza hayalinize gelmeyen işkenceler yaptılar. Sopayla
dövmekten tutun hayalarımıza verilen elektriklere kadar. Falakaya yatmak en
basitiydi. Filistin askısına sizi astıkları zaman, ayağınızın ucu yere değemeyecek
şekilde ayarlıyorlar, sonra bayılınca sizi soğuk suyun içine atıyorlar. İntikam
duygusuyla hareket eden insanların akıbeti hüsrandır. İşkenceyi yapanlar
nefislerini tatmin etmek için yaptılar. Cuntayı yapanlar kendi nefislerini
tatmin etmek için öz vatan evlatlarına işkence yaptılar.
Balıkesir ceza evinde tek kişilik hücrelerde kaldık.
Demir parmaklığın önünde perde yok. Altı üstü 2,5 metre karelik bir alan.
Kafanızın ucunda bir tuvalet ve tuvaletin kapısı yok. Siz orda tuvaletinizi
yaparken gardiyanda size gülerek bakardı. Biz öyle şeyler yaşadık ki… Mamak’ta
kafesler vardı. 25 metrekarelik kafesler vardı. Bildiğiniz aslan kafesleri.
Oralara insanı koyarlardı dizimizin üstünde oturarak onlar ne söylerse tekrar
etmemizi isterlerdi. Bir yerin kaşınsa başka yere baksan olmadık işkencelere
tabi tutuluyorduk. Balıkesir Cezaevi’nden Mamak Cezaevi’ne taşınırken askerin
tesadüfen gözüne bakmışım ve bir yumruk yedim o merdivenlerden aşağıya doğru
düşerken arkadaşlarım beni tuttu. Burnum kan revan içinde kalmıştım. Beni
doktora götürdüler. Asker vurdu dedim diye beni kafese götürdüler. Kafese giden
idam oluyor dediler diye bende idamımı bekledim. Su içemediğimiz için dudaklarımız
çatladı ve tükürüğümüzü yutma imkânımız bile yoktu. 13. Koğuşa getirdiler bizi
ve solcularla aynı koğuşta kalmak zorunda kaldık. Her gün kavga vardı. Kol
uzunluğunda bir ranzanın demirini gece eğlerdik keskinleştirirdik ve kendimizi
savunmak zorunda kalırdık. Biz o dönem devlet yanımızda sandık ama bizim
yanımızda yer almadı. Gerçekleştirilen ihtilal Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini
riske etmiştir. Vatanı için devleti için gönüllü böyle bir gençlik yetişmedi
asla da yetişmesi mümkün değil. Canımızı hiçe sayarak devletimiz için vermeye
hazırdık ve bu mantıkla hareket ettik. Askerimiz polisimiz ölmesin devletimiz
yaşasın diye ama güvendiğimiz askerini, polisin ve devletin içine sızmış olan o
hain yapı bize ve arkadaşlarımıza o işkenceleri yaptı.
Bir gün rahmetli Muhsin başkan 5. Koğuşta yatıyor. Bizim
13. Koğuşun havalandırmasıyla 5. Koğuşun penceresi birbirine bakıyor. Orada
cahil askerden oluşan bir yapı var ve volta atıyoruz. Ülkücüler sağda, solcular
solda yürüyor voltayı atarken askerin bir tanesi bizim bir arkadaşımızı, başka
bir asker ise solcu birini gözüne kestirmiş bir anda ikisine bir yumruk attılar
ve olay çıktı. Bizi duvara yaslayıp coplarla vurmaya başladılar. Muhsin Başkan’ın
o bağırtı içinde seslerini duydum. Bağırıyordu “ arkadaşlarımızı öldürüyorsunuz
diye”.
Yeni nesil beraber gezdiği fikir arkadaşlarını iyi
seçmeli. Kesin olarak arkadaşlarını iyi tanımalı. Vatanımız coğrafyamız çok önemli
bir yerde. Bizim bu coğrafyada rahat etmemiz zordur. Bizim yolumuz Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ve Türk Dünyası. Biz bu acıları ve işkenceleri çektik
onlardan davacıyız ama yaptıklarımızdan pişman değiliz. O gün Türk Bayrağımızı
nasıl taşıyorsak bugünde aynı bayrağı taşımaktan şerefle söz edebilirim.